How I Met Your Mother (SUIT UP!!!)

(7.3.20)

İzlerken imreneceğiniz arkadaşlığın kadraj dışına çıkılmadan gözler önüne serildiğini görüyoruz. Bütün samimiyetliliğiyle ele alınmış olan bu dizinin izlemiş olanların kalbinde büyük küçük bir yer edindiğine emin olabiliriz. Ana karakterlerimiz olan Ted Mosby, Marshall Ericksen, Lily Aldrin, Robin Scherbatsky ve Barney Stinson olmak üzere 5 kişiden oluşuyor. 9 sezon olması asla gözünüzü korkutmasın her bölüm çerez tadında olup 20 dakikadan oluşuyor bu sebepten ötürü izlerken zamanın nasıl geçtiğini zamanla ne kadar çok bölüm ilerlettiğinizin farkında bile olmuyorsunuz. Ana konumuz olan “arkadaşlığın” ele alındığı bu dizide imrenerek bakacağımız samimiyet, dürüstlük ve güven yer alıyor. Zaman içerisinde bir aileye dönüştüklerini ve set ortamının onlar için bir aile kavramı taşıdığını dile getiren karakterlerimiz bu kavramı kamera karşısında da bize yansıtmaktan geri kalmıyorlar. Oyunculuklarının çok iyi olan bu ana karakterlerimiz özenle seçilmiş adeta…

İzlerken Marshmellow ve Lilypad’in birbirlerine aşkla baktığını göreceksiniz. İlişkilerinin hikayesi köklü bir geçmişe dayandığı için ilk duyduğunuz da içinizden “yaa ne kadar da tatlılar!” diyeceğinize eminim. Sizlere bir bilgi vermek gerekirse bu ikilinin hikayesi gerçekliğe dayanmakla beraber dizinin yaratıcılarından olan Craig Thomas’ın aşk hayatını yansıtıyor. Hikayede Ted’in hayatının aşkını bulma yolculuğunu da ele alan hikayede kahkahalarınızı esirgeyemeyeceksiniz. Dizimizde bir süre Ted ve Robin’in aşkı ele alınıyor. Bu süre zarfında kiminiz Robin’den nefret edebilir ya da onu çok sevebilirsiniz.

(12.4.21)

Genelleme olarak Robinin karakterine hanginiz daha yakınsa ılıman duygularınızın o yönde kayacağını düşünüyorum. Uzun uzadıya süren bu serüven de pişmanlıklardan ayrılıklara sıkı ilişkilerden uzak ilişkilere dahi değineceksiniz. İzleyen her insanın içinde bir yerde kendine bağdaştırdığı davranış ve tutumların öngörülmesi dışında ek olarak imreneceğiniz ve sahip olmak isteyeceğiniz ilişkileri dahi görebileceksiniz. Eğer çok duygusal bir kişiliğe sahipseniz benden size bir tavsiye peçetelerinizi yanınızdan ayırmayın. Ha bunu kesinlikle hüzün ve keder olarak algılamayın. Unutmayın ki insanlar mutluluktan da ağlayabilir.

Loving Vincent

Böyle güzel bir filmi izlediğim için kendimi o kadar çok şanslı hissediyorum ki…

Yönetmenliğini  Dorota Kobiela ve Hugh Welchman’ın birlikte yaptığı bu şaheser filmin her karesi tuval üzerine yapılmış, tam olarak 125 ressamdan ve 65 bin yağlı boya tablosundan oluşan bu filmin bitmesi 6 yıl sürüyor. Bu kadar emek ve azimle yapılmış olan bu filmin yeteri kadar değer görmemesi insanı derinden etkiliyor. IMDb’den 7,8/10 almış olması da bir o kadar üzüyor tabi ki. Bu da biz insanların ayıbı olsun demekten başka bir şey gelmiyor elimden… Birçoğumuz böyle bir filmin olduğundan bihaber bu bile hayal kırıklığına sebep oluyor.

Film, ressam Vincent van Gogh’un yaşamı ve özellikle de ölümüne zemin hazırlayan şartları ele alan bir biyografik animasyon filmidir. 1 saat 35 dakikayı duygusal açıdan dolu dolu geçireceğinizi ve bütün duyguyu doruklarınıza kadar yaşayacağınız bu filmde Vincent’ın yaşadığı zorlukları ve üzüntüleri onunla birlikte paylaşacak, hissedeceksiniz. Değer görmemesi, kenara atılması ve halkının onu deli olarak tabir etmesi duygusal açıdan en soğuk insanın dahi içinde ki o kıpırtıya, kıvılcıma ulaşacağına kuşkusuz yürekten inanıyorum. Yıllanmış bir şarap misali ölümünden çok sonra değer görmesi, o zaman çektiği zorlukları düşündüğünde insanı derinden etkiliyor. Bunları yazarken her kelimem de hüznün olduğunu söylemek istiyorum size. Değer görmemiş insanların topluma ayak uydurmadığı/ uyduramadığı için kenara atılmaları zaman içerisinde ne denli cevherleri yok olmaya mahkum bıraktığımızı bilmenizi istiyorum. Gözyaşlarınıza hakim olamayacağınız bu filmin sonunda bütün ressamların emeklerinin takdire şayan olduğunu göreceksiniz. Bunu gözleriniz doluyken, buruk bir gülümseme verirken sizde fark edeceksiniz. Böylesi güzel bir filme bütün iltifatların yetersiz kaldığına olan inancımdan ötürü ne diyeceğimi bilemiyorum. Bitirdikten sonra ünlü ressamımız Vincent’a olan merakınızın artacağını ve sadece ona adanmış olan “Vincent Van Gogh” müzesine gidebilmek gelecekte görmek istediğiniz yerlerin arasına gireceğini umut ediyorum, şayet benim için öyle…

Sizler için fragmanı aşağıya bırakıyorum. İzlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz ama izlerseniz çok şey kazanabilirsiniz… İyi seyirler dilerim.

I Am Not Okay With This

“I am not okay with this” isimli dizinin bana son zamanlarda popüleriteliğini koruyan “Stranger Things ‘in ” yan versiyonuymuş gibi bir his verdiğini dile getirmek istiyorum. Konu bakımından benzer özel güce odaklanmış olmaları diziyi izlemem açısından bana ekstra bir istek katmadığını söyleseydim yalan olurdu. Bilim kurgu olarak odaklanılmış bir dizi olmakla beraber bölümlerinin 20 dakika oluşu da ilk sezonun göz açıp kapayıncaya kadar bitmesini sağlıyor. Bölümlerin kısa ve soluklu olması izleyici açısından kısa zamanların güzel değerlendirilmesini sağladığını düşünüyorum.

Konusunu ele almak istersek şu şekilde başlamamızın daha doğru olacağına inanıyorum. Öncelikle kendimizi Syd’in yerine koyduğumu ve izlerken ana karakterle bir bütün olarak ilerlediğimi bilmenizi isterim… En azından ben içinde kendimin de yaşamaya devam ettiğim ve geçmişte yaşamış olduğum duyguları dizide bulup kendimi onunla bir bütün haline getirdim. Ergenlik çağında olan baş rol oyuncumuz Syd’in duygu ve düşüncelerinin içinde yatan mental gücü açığa çıkardığını görüyoruz. Ailesi tarafından istediği ve beklediği desteği göremeyen Syd içine kapanık bir kız haline geliyor, duygusal olarak düşüncelerini ve içinde ki sesi bastırmaya başlamasıyla gücünün açığa çıkma olasılığının aynı doğrultuda ilerlediğini görüyoruz. Babası öldükten sonra annesi tarafından yeterince destek alamayan ve okul içerisinde kendini bastırıp sineye çeken karakterimizin sahip olduğu tek yakın arkadaşı Dina ile ilişkilerinin çevresel etkiler yüzünden sallantılı hale gelmesi onu iyice bir boşluğun içine iter ve asıl gücünün ortaya çıkmasını sağlar. Bu sırada çarpık bir ilişki içerisine giren karakterimiz zamanla bu durumu kontrol altına almak ister, gücün onu değil onun gücü kontrol etmek istemesiyle birlikte içinde mental bir çatışma gerçekleşir zaman içerisinde içinde ki seslerin iyice artması daha sonra da çığlığa dönüşmesi bu çatışma sonucunda olumsuzluklaın bütün kontrolü ele almasına sebep olur. İzleyenlerin bir parça kendini bulduğu duygusal geçişlerde (ben bir kaç duyguda kendimi buldum çünkü) samimi bir hissiyat verdiğini söyleyebilirim. Genel olarak kötü yorumların bulunmadığı bu dizimiz 1 sezondan ve 7 bölümden oluşuyor.

Emin olun ilk sezonu nasıl bitirdiğinizi anlamayacaksınız bile. İyi Seyirler dilerim…

Merak edenleriniz için fragmanı aşağıya bırakıyorum.

Breaking Bad

Hakkında konuşacağım ilk dizinin gerçekten çok potansiyelli ve IMDb’den iyi puan almış olması öncelikli olarak dizinin ne kadar da güzel olduğunun bir kanıtı olduğunu düşünüyorum. Diziye genel bir bakış atacak olursak bir babanın ailesine bakmak için seçtiği yolun iyi ya da kötü olduğuna bakmaksızın seçtiği yolu, yaptığı tercih sonrası hayatının ne denli değiştiğini ve hayatına giren ya da çıkan insanlarla olan ilişkileri ele alınıyor. Ha ama sakın bu girişimden dizinin sıkıcı olduğunu düşünmeyin çünkü bu dizinin içinde drama, gerilim, suç filmi, polisiye, sürükleyici ve kara mizah bulunuyor. Bu saydıklarımı bir arada düşünce ortaya nasıl bir şaheser çıkmış olabilir bir de siz düşünün isterim…

Baş kahramanlarımızdan biri olan kimya öğretmenimiz Walter White düzenli, suçtan uzak ve sakin bir hayat yaşamaktadır. Ancak çok vakit geçmeden kanser olduğunu öğrenen ve ölümünün ardından ailesinin maddi sıkıntılar çekeceğine inanan Walter’ın hikayesi onlara biraz birikim bırakmayı istemesiyle başlar. Söylediğim gibi kimya öğretmeni olan White’ın elinde altın değerinde bilgiler olması onu ciddi boyutlarda zengin yapmaya başlar. Gerçek anlamda altın değerinde… Bütün meth üreticilerinin babası haline gelmek bu işin en bilgin adamı olmak gerçekten kolay bir süreç olmadı bunu izlerken siz de göreceksiniz. Emin olun izlerken bazı anlarda nefesiniz kesilebilir, yada kendinizi ağlıyor olarak bulabilirsiniz. Eski öğrencisi Jesse Pinkman’la kristal meth üreticiliğine atılan White bana göre Jesse’nin değerini yeteri kadar bilmiyordu en azından ilk başlarda diyebiliriz. İzlerken kiminizin aşık olacağı kiminizin de hayranlıkla bakacağı Jesse Pinkman’ın (Aaron Paul) hayatı boyunca hiç oyunculuk dersi almadığını biliyor muydunuz? İzlerken hayran olduğunuz karakterin bu denli iyi canlandırılması insana yıllar boyu eğitim aldığını düşündürtmüyor değil doğrusu. Ve eminim bunu ilk defa öğrenen varsa aranızda bu bilgiye olan şaşkınlığını saklayamayacaktır. Bir zamanların efsaneleşmiş ismi olan Walter White (HEISENBERG) ve Jesse Pinkman ikilisinin aklınızdan çıkmayacak harikulade bir serüven yaşatacağını izlerken öğreneceksiniz. Emin olun bu diziyi izlerken öyle bir an gelecek ki çok karışık duygular yaşayacaksınız ki çok sevdiğimiz yere göğe sığdıramadığımız karakterlerden bir anda nefret ediyor olarak bulacaksınız kendinizi. Onlara karşı bir anda öfkeleneceksiniz. Dizinin bir bölümünde sosyal medyada da görmüş olduğumuz Jesse ve Jane ikilisinin aşkını izleyeceksiniz. Bölüm sonu eminim ki bazılarınız öfkenizi kusacaksınız bazılarınız bir sebepten ötürü yapılanları doğru bulacaksınız (Ben doğru bulanlardanım, üzgünüüm) . Seçiminizi ve dizi hakkında ki düşüncelerinizi gerçekten merak ediyorum benim gibi düşünen var mıdır merak ediyorum. Kendinize iyi bakıın

P.S. Dizinin final bölümünde ciğerinizi bırakabilirsiniz size tavsiyem finali izlerken yanınızda peçete bulundurmanızdır. İyi Seyirleer…

P.S. Diziye başlamadan önce dinlemenizi istediğim, dizinin keyfini çıkarmanıza yardımcı olacak kısa bir video https://www.youtube.com/watch?v=sMbA-ZfYvh8

İlk Blog Gönderim

Be Yourself

Kendiniz olun, diğer herkes çoktan kapıldı.

— Oscar Wilde.

Bu yeni blogumun ilk gönderisi. Bu bloga yeni başlıyorum. Yeni gönderiler için gözünüz açık olsun. Yeni güncellemeler yayınladığımda bilgilendirilmek için aşağıdan abone olun.